Cenap Baran İdil, Mimar, Plancı (yazı tarihi 2009)

#safranbolu #planlama #korumaplanı #koruma #SafranboluBelediyesi #İllerBankası #İTÜrestorasyonenstitüsü #DoğanKuban #Baranİdil #CengizBektaş #Yavuzİnce #KızıltanUlukavak
Babam Baran İdil, 1974 yılında İller Bankası’ndan Karabük ve Safranbolu’nun planlama işini alır.
1977’de kısmen bitirerek teslim ettiği Safranbolu'nun planlama süreci tarihi bir döneme denk gelir:
1975’de Safranbolu, Unesco Dünya Miras Listesi’ne alınır. Süreci takip eden (kendi okulu) İTÜ’nün
Restorasyon Enstitüsü devreye girmiştir. Nazım Planı onaylanma aşamasına gelen
plan çalışması üzerinden okulu ve hocalarıyla karşı karşıya geleceği ihtilaflı bir deneyimin yolu açılır.
İdil’in “Her Planın Bir Öyküsü Var” başlıklı anı yazısının Safranbolu ile ilgili bölümünü,
bugünlerde Dünya Miras Listesine kaydolmasının 30. yıldönümü temasıyla panellerin yapıldığı
Safranbolu toplantılarında dile getirilmeyenleri hatırlatmak, eksik bırakılanları tamamlamak üzere yayımlıyorum.
Aslı İdil Özbay
“…Sözleşmeme göre ayda 3 gün Karabük’te, 2 gün Safranbolu’da kalmak üzere, ayda 5 günlük bir danışmanlık görevim vardı. Bu görev bana hem kenti daha iyi tanımak hem de olumsuz baskılara karşı kamuoyu oluşturmak açısından ciddi katkı sağlamıştı. Özellikle, dinci tüccar iş adamlarının aleyhimde oluşturdukları ortamı kontrol altında tutmak önemli idi. Bu engele karşı yereldeki mühendis, mimar ve Demir Çelik Fabrikası’nın bürokratlarından aldığım destek (kaybettikleri davaya rağmen) değerli idi. Safranbolu’da ise hem belediye başkanı hem de halkın büyük kesimi bana inandılar ve Safranbolu’nun ekonomik geleceğinde en önemli potansiyelin ‘’tarihi değerleri koruma üzerine geliştirilecek turizm’’ olduğu şeklinde özetleyebileceğim söylemlerimden etkilendiler. Dolayısıyla, Safranbolu’daki desteğim güçlü idi ve bu Karabük’e de yansıyordu. Her iki belde planlarında da yaptığım ‘ilkler’ vardı:
…
Dönemin Belediye Başkanı, avukat Kızıltan Ulukavak, politikada yükselme hedefleri olan, çok zeki bir insandı. Başlangıçta gezerken bana gösterdiği her tarihi eve karşı gösterdiğim hayranlık dolu tepkilerime hayret eden Başkan, çok kısa sürede bu olguyu anladı, benimsedi ve halka “Bu evlerin içi sizin, dışı kamunundur” şeklinde bir slogana dahi dönüştürdü. Safranbolu’nun en acil planlama ve korunma sorunlarının başında, korumayı sağlayan pazar ekonomisindeki gerilemenin önlenmesi geliyordu. Kent birbirinden zorlu topoğrafik eşiklerle ayrılan 2 mekânda oluşmuş idi: Karabük’e sınırı olan Bağlar Mahallesi (Zonguldak köşklerinin yer aldığı yayla) ile kent merkezinin yer aldığı Çarşı Mahallesi (esas Safranbolu). Çukurdaki ana kent merkezi, Kastamonu tarafındaki 8 kasabalık hinterlandın da ticari ve idari merkezi idi. Ekonomiyi ve dolayısıyla korumayı sağlayan temel etken de bu hinterland idi. Oysa ulaşım ve arazi kullanım uygulamaları ters yönde idi. Şöyle ki; Kastamonu’dan gelen karayolu, kenti güneyden by-pass ederek projelendirilmişti ve merkeze uğramadan Karabük’e bağlanıyordu. Ayrıca, Karabük’ün gelişme alanı taleplerinin yoğunlaştığı Bağlar kesimine hükümet ve belediye gibi çekim öğeleri götürülmek isteniyordu. Her iki olgu da eski kentin ekonomisini çökertecek güçte idi.
Bir yandan Belediye Meclisi ve halk toplantılarında bu sorunsalı halka anlatırken buna paralel olarak güneydeki karayolunu plandan çıkarttım ve Ankara’da Karayollarını (Hikmet Duruer sayesinde) bunun şimdilik programdan çıkartılmasına ikna ettim. Ayrıca mevcut kent merkezindeki pazar yerini ve küçük sanatları geliştirme önerisi yanında Belediye ve Hükümeti de eski yerlerinde bıraktım. Bu doğrultuda düzenlediğim Nazım Plan ve İmar Plan yapılaşma koşullarında, 100’e yakın koruma koşulu düzenledim. Plan, belediye meclisinde oy birliği ile kabul edildi. Planda, o güne kadar olmayan “koruma sınırları” da yer alıyordu. Ancak bu başarılı süreç sadece 1,5 yıl sürdü.
Önce, mevcut Hükümet Binası, gizemli bir şekilde yandı (?) ve içindeki paha biçilemez değerdeki tarihi evrak, belge ve kitaplar yok oldu. 1975 yılında, Safranbolu’yu çok seven ve Demir Çelik'te yaşayan mimar Yavuz İnce’nin de büyük çabalarıyla, İstanbul Teknik Üniversitesi Restorasyon Enstitüsü Başkanı Doğan Kuban’ın önderliğinde ve sanırım UNICEF’in Safranbolu’yu Dünya Tarihi Mirası olarak tescil etmesine de dayalı olarak, Safranbolu’da bir kültür festivali düzenlendi. Festival çok kapsamlı ve çok zengin aktiviteler içeriyordu. Ancak festivalin planlama ile ilgili forumunda, bana göre çok olumsuz olaylar yaşandı: Prof. Doğan Kuban (aynı zamanda Yüksek Anıtlar Kurulu üyesi idi) öncelikle tüm Safranbolu’nun sit alanı ilan edileceğini ve doğal olarak yapılmış ve yapılmakta olan tüm planlama işlerinin iptal edileceğini, yeni koruma planının da UNICEF tarafından ödenen 690 bin TL bedele, İTÜ Restorasyon Enstitüsü’nce yaptırılacağını ilan etti. Bende soğuk duş etkisi yapan bu söyleme karşı, bunun rasyonel bir müdahale olmadığını, çünkü korumanın halka benimsetilmesinin kolay olmadığını, benim plandaki yüzü aşkın koruma kararını belediye meclisinden oy birliğiyle geçirebilmemin önemli bir anlamı olduğunu, Nazım Planı’nın koruma koşullarıyla birlikte kritik edilerek, buna göre bir ara yöntem bulunmasının daha doğru olabileceğini, korumanın hangi plan stratejilerine göre yapılacağını belirlemenin çok önemli olduğunu, bunun örneklerini nazım plandaki ulaşım (karayolu) ve merkez geliştirmedeki önceliklerin saptanmasında (belediye, hükümet ve çarşı/Pazar yeri vb) görmenin mümkün olduğunu ve bu doğrultuda sıfırdan başlayan planlama anlayışıyla, koruma planını yıllarca bitiremeyeceklerini ben ve Cengiz Bektaş, birlikte ve konunun değişik boyutlarıyla ifade ettik. O güne kadar yaptığımız onca araştırmayı, Nazım Plan çalışmalarını ve Belediyece bile onanan koruma kararlarını yok sayan bu tavır, özellikle Cengiz Bektaş’ı çileden çıkartmıştı.
İkimizin konuşma üslubu ve yaptığımız açıklamalar, özellikle akademisyenleri duygusal anlamda olumsuz etkiledi. Verdikleri cevaplar anımsadığım kadarıyla şöyle idi;
Doğan Kuban: “Bu durum bir kanun gereğidir. İTÜ Restorasyon Enstitüsü’nün yaptıracağı plan senelerce sürmeyecek ve 1 yıl sonra yine burada yapacağımız toplantıda plan bitmiş olacaktır. Baran’ın söylediği merkezin bağlara kayacağı savı doğru değildir. Planda ticareti yasaklarsınız olur biter.”
Prof. Ahmet Keskin (İTÜ Şehircilik hocası ve benim de hocamdı): “Kenti by-pass geçen bir karayoluna itiraz edilir mi? Siz bu şehirciliği nereden öğrendiniz?”
Mimar Yavuz İnce (Restorasyon Enstitüsü Uzmanı): “Prof. Gündüz Özdeş’in yaptığı plan sizinkinden daha iyi idi.”
Kamutay Türkoğlu (Serbest mimar ve plancı, arkadaşım): “Ben Doğan beye yönelik bu tenkitlerinize doğrusu biraz kızdım. Ben de plan yapıyorum. Bir yılda plan bitebilir.”
Kanımca bu tepkilerin hepsi duygusaldı ama akademisyen restoratör ve mimarlarca çok alkışlanmıştı. Oysa ne tek bir koruma koşulu bile içermeyen Gündüz Özdeş planını daha iyi bulmaları; ne ülkemizde o güne kadar bir tek koruma planı bile yapılmamış iken, sanki bu konuda çok deneyim varmışçasına planın 1yılda bitebileceğini iddia eden gayri ciddi söylemler, ne de ulaşımla koruma arasındaki ilişkinin ne olduğunu hayatında ilk kez duymuşçasına beni eleştiren tavır, yenir yutulur yanlışlar değildi.
Nitekim planlama süreci çok sorunlu ilerledi ama onun dışındaki bazı gelişmeler Safranbolu için çok iyi oldu:
- Safranbolu için güzel bir belgesel film yapıldı.
- Safranbolu gazete, dergi ve TV’de ciddi olarak gündeme geldi.
- Turing ve Otomobil Kurumu, Asmazlar Konağını restore ederek, çok hoş bir otel yaptı.
- Belediye Başkanı Kızıltan Safranbolu ile ilgili yayınlarda yer alarak popülaritesini arttırdı ve hatta Zonguldak seçimlerinde Kemal Anadol’u geçerek CHP Milletvekili oldu. (Daha sonra bu sürece dair bir kitap da yazdı)
- Prof. Doğan Kuban ‘korumanın kahramanı’ tanımıyla ülke ölçeğinde popüler oldu.
- Safranbolu’da onarım ve restorasyonlar için ciddi fonlar oluşturuldu ve bu para uygulamada çok yararlı oldu.
- Gelen yerli ve yabancı turist sayısında, yılın belli aylarında da olsa, eskiye göre ciddi oranda artış oldu. (Ancak eskisi çok azdı yani olay göreli idi)
- Akademik camiada Safranbolu’ya ilgi arttı. Doktora ve lisansüstü tezler arttı.
- Çarşı kesiminde, Cinci Hoca Hanı’nın âtıl kalması, bazı yolların kilit parke kaplaması ve çok da kaliteli olmayan turistik eşya ticaretinin gelişmesi gibi bazı sorunlarda iyileşmeler oldu.
Buna karşın, sanırım Belediyenin başvurusu sayesinde durdurulan karayolu sonunda yapıldı. Yol kullanıma açılır açılmaz kent merkezindeki pazar, ticaret ve el imalatlarında sadece 1 yılda %25 gerileme oldu. Oysa, İstanbul’da Restorasyon Enstitüsü’nde davet edildiğim bir toplantıda, Enstitü adına araştırmayı üstlenen Prof. Mübeccel Kıray, yaptıkları anketlerde merkezin gelişme eğilimlerinin ciddi bir potansiyel olduğunu söylüyordu ve koruma modeli olarak, tüm konutların Demir Çelik Fabrikası tarafından satın alınmasını öneriyordu. Benim hem anket sonuçlarını kuşkulu bulduğumu söylemem hem de Demir Çelik önerisini realist ve doğru bir yaklaşım olmadığını iddia etmem üzerine bana çok kızdı. Dönmek üzere acelesi olduğunu söyleyerek, toplantıyı terk etti. Ancak Doğan Kuban eleştirilerimi ciddiye aldıklarını söylemekle yetindi ve olay bitti.
Anıtlar Yüksek Kurulu’nun plan iptal kararına, İller Bankası kanalıyla ciddi bir yazılı itirazda bulundum. Beni, hazırladığım planlarla beraber İstanbul’a davet ettiler. Toplantı benim adıma çok olumlu geçti, Yüksek Kurul’da alınan kararlar çok ilginçti:
- Plan iptal kararı kaldırıldı ve yaptığım Nazım Plan onaylandı.
- Belirlediğim tüm koruma kararları, hiç değiştirilmeden, Koruma Amaçlı yeni plan yürürlüğe girinceye kadar, “Yüksek Kurul’un geçici dönem yapılaşma koşulları” olarak onaylandı.
- Bağlar ve Kıranköy mahallelerinin uygulama planlarını benim, Çarşı kesiminin planlarını ise İTÜ Restorasyon Enstitüsü’nün yapmasına karar verildi.
- Benim yaptığım planlama süresince müellif olarak benim, Restorasyon Enstitüsü adına Yavuz İnce’nin ve Safranbolu Belediyesi İmar Müdürü’nün oluşturacağı, Yüksek Anıtlar Kurulu’nca yetkilendirilmiş 3 kişilik bir Danışma Kurulu kuruldu ve kurulun imar uygulamasını denetlemesi ve yönlendirmesine karar verildi.
Bu olay Kurul tarihinde de bir ilk idi. Anımsadığım kadarıyla Yüksek Kurul üyeleri olan Prof. Orhan Alsaç (Başkan), Prof. Kemali Söylemezoğlu, Prof. Sedat Hakkı Eldem ve Prof. Semavi Eyice akıl almaz bir katkı ve dirayet sergilemişlerdi. O toplantıdan sonra özellikle Orhan Alsaç’la çok yakınlaşmıştık.
Oluşan bu yeni süreçte, daha çok basit onarımlarda ve yeni yapılarda etkin olmuştuk. 1977 gibi ben bana ait bölgelerin planlarını bitirdim ve Safranbolu ile ilgim kesildi. Ancak İTÜ Restorasyon Enstitüsü’nün yaptığı ve 1 yılda biteceği iddia edilen koruma planı benim tahminlerimden de uzun sürdü: 1981’de bitirilerek Kurul’a sunulan planı -üyeleri arasında Sayın Doğan Kuban’ın da bulunduğu- Yüksek Kurul onaylamayı ‘unutmuştu’! Onama işi, Ankara’da yeni kurulan Bölge Kurulu’na kalmıştı. Anımsadığım kadarıyla Tankut Ünal, Remin Biler ve Gönül Tankut’un da üyelerinden olduğu Kurul üyeleri, Nazım Planda ismimi görünce beni toplantılarına davet ettiler. Planda tenkit ettikleri bazı düzenlemeler hakkında, görüşümü sordular. Kurul’a teşekkür ettim ama görüş bildirmemin de, (kanımca tetkik edilip, onama işlemi yapılmamış olan) daha önceki planı yeniden tetkik etmenin de yanlış olduğunu; bunun Safranbolu halkına yapılmış bir kötülük olacağını; vaat edilenden 7 yıl sonra idareye teslim edilen planda -varsa- tespit edilen birkaç mühim detayın müellifince hızla düzeltilerek ve hatta mümkünse hiç tetkik edilmeden onanmasının kamuoyu açısından daha yararlı olacağını söyledim. Bu önerim, Başkan olan müsteşar ve bazı üyelerce doğru bulundu ancak karar böyle çıkmadı: 81 Planı reddedildi ve eleştirilere göre revize edilip onaylanması bir 5 yıl daha aldı. Yani İTÜ Restorasyon Enstitüsü’nün planı onaylatması toplam 11 yıl almıştı.
O gün bugündür, 1975’deki Safranbolu Festivalinde o çok tartışmalı toplantıya katılıp söze giren hiç kimseden, Belediye dahil, bir özür sözcüğü duymadım. Yeni Ankara Kurulu’nun planı reddinin arkasında İTÜ-ODTÜ çekişmesinin yattığını söylediler ve ben de buna inandım. Çünkü bu durumu ODTÜ’den bir kurul üyesine sorduğumda aldığım cevap ilginçti: “Sen bunu nasıl söylersin! Senin nazım plan kararlarına dahi uyulmadığı gibi, detay düzenlemeleri çok yetersizdi. Bunları İTÜ’lü olduğum için mi soruyorsun!” demişti. Oysa konu hiç böyle değildi ve Kurulda ortaya koyduğum nedenleri hatırlattığım için teşekkür etmişlerdi. İTÜ-ODTÜ çekişmesine bu tür anlaşmazlıklara, ileriki yıllarda defalarca şahit olacak idim. Yani benim için sonuç “halkın kurullara saygısını geliştirmek açısından “ tam bir hüsrandı.